GÜLPEMBE NE RENKTİR, GİRİŞ KISMI.
Giriş: PALET
Gözlerim
ıslak. Yüreğimde, tarif edemeyeceğim kadar buruk ve lanet edilesi bir acı var…
Kirpiklerim sertleşmiş ve birbirlerine tutunmuş bir hâlde öylece duruyorlar.
Aklım yerinden çıkmış, ruhum bedenimden ayrı bir yola sürüklenmiş ve dilim tat
almamakta ısrarcı. Ellerim titriyor, bacaklarım desen; onların zaten mecali
kalmamış. Yanıyor! Yanıyorum, acıyla kavruluyorum!
Eve
girdiğimde, önümden ve benden önce içeri, sevgilim girmişti. Yavaş ve uyuşuktu.
Bedeninin titrediği ellerinden okunuyordu. Yüzünü göremedim bir süre. O odamıza
doğru ilerlerken onu takip ettim yalnızca. İlk önce kısa koridoru geçip en uç
köşesinde duran odamızın kapısını araladı. Adımları, koridorun yalnızlığı yüzünden
oluşan sessizliğini kırmaya yetiyordu. Kapının açılıp kapanma sesiyse adeta bir
deprem patırtısı ortaya atmıştı. Odada tek başına kendine bir zarar verir
veyahut mahvolup perişan olur düşüncesiyle onu takip etmeye başlamıştım zaten.
Yoksa ben de yalnız kalmak istiyordum.
Arkasından
odaya girmek için kapı tokmağını kavrayıp açıp açmamakta kararsız bir şekilde
bekledim ve açtığım gibi içeri süzüldü zayıf bedenim. İçeri girdiğimde sessizce
kapıyı kapattım ve bir süre kapalı kapıya sırtımı dayayıp öylece bekledim.
Pencereyi açtı, cebinden sigara paketini çıkardı ve içinden bir dal aldı. Sakal
ve bıyıklarla çevrili yüzünün hatları kusurlarla doluydu belki de fakat bu
adamı delicesine sevdiğimi biliyordum. Korkuyordum. Dalı, doğuştan çatlak
dudaklarının arasına yerleştirdikten sonra parlak antika çakmağını cebinden
çıkarıp dudaklarının arasında kuvvetle tuttuğu sigarasını yaktı. Derin bir
nefes aldıktan sonra ağzının içine hapsettiği dumanı saldı. Sigarasından aldığı
birkaç nefesin ardından pencerenin önündeki mermerin üzerinde duran kül
tablasına, külü silkeledi ve iki parmağının arasında duran sigarasıyla biraz
daha bekledi. Ağzından ismim döküldü, “Gülpembe,” İrkildim ve kapının önünden
ayrılmak için bir adım attım. Yatağa biraz daha yaklaşmış oldum böylece. “Ne
olacak şimdi? Biz ne olacağız şimdi? Nereye gideceğiz, ne yapacağız, geçecek mi
acımız? Söylesene bana, Gülpembe’m. Sevgilim. Biricik karım. Geçecek mi?”
Sırtı
bana dönüktü, görmeyeceğini bile bile kafamı iki yanıma sallayıp, hayır
demeye çalıştım. Görmese de görmüştü işte.
“Anlıyorum,
sevgilim. Ciğerim çok yanıyor… Önce anam sonra herkes… Çok yanıyor!”
Ona
yaklaşmak istedim. Pencerenin yanına gitmek, belini sarmak, yüzümün sol yanını
sırtına bastırmak ve öylece orada, onunla ağlamak! Yapamazdım. Çünkü en az onun
kadar ben de keder ve yas içindeydim. Gözlerimden yaşların dökülmesi bu
düşüncelerle birlikte belirdi.
“Ben
gitsem iyi olacak,” deyip ona sırtımı döndüm ve onu, yalnızlığa bilerek terk
ettim. Elimi kapı tokmağına attım. Omzumun üzerinden son bir kez onun
kusurlarla dolu yüzüne baktım ancak onun gözleri, hâlâ dışarıdaki
güvercinlerdeydi. “Geçecek mi, diye sordun ya hani, sevgilim.
Geçmeyeceğini sen de çok iyi biliyorsun. Baksana, bak sana… Ne haldesin. Bak.
Geçmeyecek, sevgilim. Geçse, unutturmayacaklar bize yaşananları.”
Böylece
çıkıp gittim odadan ve koridoru; ağlamalarla, yakarışlarla ve çığlıklarla geçip
onun odasının önüne vardım. Kapının üzerinde yazan o çaresiz yazıyı okudum. “Resim
çiziyorum, tıklamadan girmeyin,” O yazıdan öpmek istedim ve o yazıyı yazan fırçayı
bulup kırmak istedim. Heyecanımı biraz bastırıp içeri girdiğimde uçuk uçurtan o
görüntüyle karşılaştım. Aynı düzen, aynı sabah, aynı açık pencerenin önünde
süzülen o tül, aynı koku, aynı güzellik ve aynıydı her şey gibi. O yoktu, ben
yoktum; sevgilim de yoktu. Biz yoktuk artık.
Halı
kaplı odaya girdiğimde çaresizce etrafa göz gezdirdim. Anılar gözlerimin içinde
bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Ama gözümün durduğu son durak; parlak,
bordo renkli bir kumaşla örtülmüş şövalenin önüydü. Ellerimi kumaşın
kenarlarına attım ve bir süre durdum. Düşündüm, kumaşı kaldırıp kaldırmamak
konusunda oldukça kararsızdım. Neden mi? Kızım bunu bir süredir saklıyordu
çünkü. Neden mi? Sürpriz yapacaktı. Çizdiği ilk büyük tuvale ne çizdiğini bize
asla söylemeyeceğini biliyorduk ama gösterebileceğini de söylemişti.
Gösteriyordu. Ama şimdi de açmaya korkuyordum… Korkunun ecele faydası yok
deyimi yerindeyse, aklımdan da bunu geçirerek: Kumaşı tekrardan kavrayıp çektim
ve süzülerek yere düştüğünde, tuttuğum kumaşın ucunu bıraktım ve kumaş tamamen
yerdeydi şimdi.
Gördüğüm
resme baktım. Size onu betimlemeyeceğim fakat olan biten her şeyi,
çocukluğumdan bugüne kadar ne yaşadıysam, anlatacağım. Çünkü bu resim;
geçmişim, şimdiki zamanım ve geleceğim. Bu resmi de gözlerinizin önüne
sereceğim. Çünkü onu görmekten en çok da ben korkuyorum… Fakat gördüm. Bugün
gördüm. Burada gördüm. Yaşlandığımda, öldüğümde, ölüm döşeğindeyken, bebekken,
fıtratımda, zikirlerimde, namaz kılarken, hıncımda, kibrimde, her yanımda
gördüm… Gördüm.

Yorumlar
Yorum Gönder