MEHTAPTA VALS - 2

 

Redd, Nefes Bile Almadan.

         “Bu bir intihar mektubudur ve yalnızca özeldir sana… Işığım, dün gece çok güzel bir resim çizdim. Sana armağan etmek içindi her bir fırça darbesi, renkleri özellikle mavi tonları seçtim, fonda da bizim şarkımız çalıyordu; hangisi dersin? Hatırlıyor musun, ilk tanıştığımız sıralarda, ilk kez beraber sahile indiğimizde bir toy çimenlerin üzerinde otururken, akustik gitarının bozuk akoruyla çalıyordu o şarkıyı. Tiz sesiyle şöyle diyordu, küçük:

‘Sarmaşıklar gibi sardın kalbimi
Değiştirdin kanımı koydun zehrini
Örümcek gibi ördün zihnimi
Düşündükçe daha çok isterim seni.’

         Sonra da buluşmuştu işte gözlerimiz, o şarkının mısraları altında tutuşmuştuk el ele; o öğleden sonra güneş bir ayrı parlamıştı bize. Zaten o akşam ay da bir tuhaftı, gereğinden fazla parlaktı veyahut sönmüştü. Tutulmuştu adeta. Belki aşkımızı tatmıştı o da… Bilmiyorum fakat senin kalbinin tadına vardıktan sonra damağımdan hiç gitmedi tadın. Bira ve baharatın buluştuğu o koku teninin kokusu… Ağzının kokusu… Öpüştüğümüzde aldığım tat. En çok seni özleyeceğim, ha bir de Vişne’ye iyi bak olur mu? Onu sana emanet ediyorum, küçük kedimi yalnız bırakma. Bir de annem beni ölü bulduğunda olur da hastalanırsa, birkaç hafta ona da bak. Kadıncağız elden ayaktan kesilmesin. Bu mektubumda, bunlardan bahsetmeyeceğim sevgilim. Neden öldüğümden ya da ölmek istediğimden de bahsetmeyeceğim. Bu mektubumda değil. Hayat sefalarını sundu bana, hepsinden biraz biraz tattım. Otuz yıllık hayatım boyunca tüm huzurlara erdim. Çok da mutlu oldum, zaten mutlu olmamak mümkün mü? Sen vardın hayatımda bir kere. Hiçbir zaman gözüm arkada kalmadı. Hiçbir zaman seni yarı yolda bırakmadım. Bu yüzden seni tamamlamak istiyorum. Aklında, zihninde ve fikrinde yarım kalmamak için tamamlamak istiyorum. Bilmeni istiyorum ki, ben küçükken çok acı çektim, sevgilim. O salt ve koyu acılar hiçbir zaman bırakmadı peşimi. Hep yakamdalardı, ensemdelerdi; bir hareketlerinde boğazıma yapışıyorlar ve tek davranmalarında yere yıkılıyordum. Yalnızca bu da değil, ben çok mutsuzum, sevgilim.

         Öyle çok mutsuzum ki… Bunu nasıl anlatabileceğimi dahi bilmiyorum. Sadece çok mutsuz olduğumu bil, çünkü korkuyorum. Sadece acıdığını bil, hissetmeni istemiyorum. Eğer hissedecek olursan ve ben öldüğümde, sen de peşimden gelmeye çalışırsan -çünkü yasın ve kederin nelere yol açtığını iyi bilirim- sakın ola ki aklından bile geçirme ölmeyi. Eğer cennette seni yanımda görürsem, kendimi cehennemin en dibine atarım. Sırf sana da acı verdim diye acı çekmeliyim diye düşünürüm. Lütfen, yıldız ışığım, mehtabım, gece mavim, ellinci ton kırmızım, lütfen… Canımı sakın ölerek yakma. Senin canını yakacak mıyım, bilmiyorum. Fakat yanacağını da biliyorum. Yanarsa bu mektuba sıktığım parfümümü kokla ve beni hatırla olur mu? Eğer dayanamazsan, bırak. Okuma. Bir de senden son bir şey isteyeceğim. Mezarıma olur da gelirsen, biraz çiçek tohumu da getirir misin yanında? Çünkü mezarında çiçek açanlar cennete gidermiş, belki sen biraz yardımcı olursan bana, sayende girerim cennete. Tanrı kabul eder beni. Ona inancın olmadığını biliyorum ancak her şıkkı düşünmeliyim. Bu dünyada fazlaca yandım, bir de orada yanamam… Anlıyorsun değil mi? Çiçek tohumlarını unutma, sevgilim… İyi uykular.

NİSAN”

Gözyaşlarım sayfaya damlarken, hayattan dilediğim tek şey çiçek tohumlarıydı… Bu masum kadının nasıl da acı çektiğini göremeyecek kadar aptal oluşuma yanıyordum. Bir Tanrı’nın var oluşu beni hep ürkütürdü fakat bir Tanrı varsa ve eğer onu cehenneminde yakacak olursa; O’na, en çok da ben kızarım. Işığımın başına gelebilecek her darbe, buradaki dünyamı biraz daha karartacaktır çünkü.

*

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞAH'TAN GÜLPEMBE'YE MEKTUPLAR I